Aşağıdaki Yazı acikistihbarat.com'dan Alınmıştır. Aynen Yayınlıyoruz.
”DÖRT
YAZ
ÖNCE
NE
YAPTIĞINIZI
BİLİYORUZ”[1]
(Sosyal
ve
siyasal
çözülmenin
işaret
fişeği
Deprem’e
farklı
bir
bakış)
İÇİNDEKİLER
A – Raporun Özeti ………………………………............... 3
B – ABD Büyükelçiliğine Yönelik Faks Eylemi............. 4
“2 Yıl Önce Ne Yaptığınızı Biliyoruz” mesajı
C – Bilinmeyenler ve Az Bilinenler ……………....... 3
I – Gecenin videosu kimde ? ......………………….. 5
II
–“Deprem
Uzmanı”
Karl
Buckthough
nerede?.....
5
III
–Bölgedeki
uluslar
arası
tatbikatta
neler
oldu?....
5
IV –Sismograf kayıtları nerede?............................... 5
D – Bilimsel Gerçekler....................................................... 7
I –
Tesla
ve
bilimsel
çalışmaları
.................………
8
II –
MHD
Jeneratörü
Nedir?
......…………………...
9
E – Benzer Depremler........................................................... 10
I – 1995 Kobe Depremi.........……………………....... 10
II – 1988 Ermenistan Depremi …………………. 11
III – 1998 Papua Yeni Gine Tsunamisi …………...... 13
F – Tektonik/Elektromanyetik Silaha Dair Ek Kanıtlar 13
I
–
Elektromanyetik
Kalkanla(Shell
20)
Uçak
Düşürme;
ve
Özel
Kuvvetlerimize
mezar
olan
Casa
Uçakları.....
14
(Ek
Soru:
Uçağın
düştüğü
bölgede
NATO
üssü
var
mı?)
F – AÇIK İSTİHBARAT olarak tezimiz .......................... 14
"
Bazılarının;
elektromanyetik
dalgalar
yolu
ile
iklimleri
değiştirme,
depremler
çıkarabilme,
volkanları
harekete
geçirebilme
yeteneğine
sahip
silahlar
geliştirdiğini
biliyoruz.”
ABD
Savunma
Bakanı
William
Cohen;
1997,
Georgia
Üniversitesi
"Terörizm,
Kitle
İmha
Silahları,
Kitlesel
İmha
ve
ABD
Stratejisi"
üzerine
konferansta
E(r)= (Ip/2π)*(4L/r3)*(Cos Ø)
|
Raporun
Özeti
Büyük
felaketler
büyük
çözülme
süreçlerinin
işaret
fişeğidir.
Sovyetlerin;
küresel
düzen
adına
yeniden
yapılandırılması
öncesinde
Çernobil
ve
Ermeni
depremi
felaketleri;
Japonya'nın
yıllarca
içinde
çıkamayacağı
ekonomik
durgunluk
dönemi
öncesinde
Kobe
depremi
yaşanmıştır.
Türkiye'de
gözlerimizin
önünde
yaşanan
devletin
çözülme
sürecinin
işaret
fişeği
ise;
17
Ağustos
1999
Gölcük
depremidir.
Toplumun
gözü
önünde
devlet
ordusundan
politikacına
bütün
mekanizmaları
ile
küçük
düşürülürken;
sivil
toplum
örgütlerinin
gücü
kutsanmıştır.
Deprem
sonrasında;
çöken
bir
ekonomi
için
itici
güç
olması
gereken
inşaat
sektörü
ise;
"katil
müteahhitler"
imajı
ile
inşa
edilen
bir
meşrutiyet
zemini
üzerinden
altı
ay
süre
ile
durdurulmuş
ve bu
sürede
Türkiye'nin
yaşayacağı
derin
ekonomik
krizlerin
temeli
atılmıştır.
Bu
rapor;
17
Ağustos
depremi
ile
daha
önce
duymadığınız,
duyamadığınız
veya
duymuş
olsanız
bile
medyanın
"mantık
perdelemesi"
sayesinde
algılayamadığınız
bazı
ayrıntıları
biraraya
getirerek;
"Deprem
Dosyası'nın
"toplumsal
hezeyan",
"zemin
etüdü/rant
ilişkisi"
ve
"duyarsız
devlet/duyarsız
toplum"
perspektifinde
farklı
bir
boyutta
açmakta
ve şu
kritik
iddiayı
ortaya
koymaktadır
:
17
Ağustos
Depremi'nin
doğal
olmayan
yollarla
gerçekleşmiş
olma
ihtimali;
incelenmeye
değecek
kadar
yüksek
bir
olasılıktır.
Devletin
elinde;
diğer
devletlerin
elinde
"tektonik
silah"
teknolojisinin
bulunduğuna
dair
her
türlü
bilgi
bulunmasına
ve
bölgede
deprem
sırasında
"uluslararası
bir
tatbikat"
gerçekleştirildiği
bilinmesine
rağmen
konunun
üstü
kapatılmıştır.
Bu
rapor;
depremin
4.
yıldönümünde,
duymaktan
sıkıldığınız
perspektifin
ötesinde
bir
perspektifle
konuyu
daha
önce
duymadığınız
veriler
ve
unsurlarla
destekleyerek
yeniden
gündeme
getirmeyi
hedeflemektedir.
Başına
geçirilen
çuvalın
hesabını
soramayanların;
olası
bir
deprem
saldırısına
karşılık
verebileceğini
düşünecek
kadar
saf
beklentilere
sahip
olmak
ise
tamamen
bizim
kusurumuzdur;
okuyucularımızdan
özür
dileriz.
Dört
Yaz
Önce
Neler
Olduğundan
Emin
Olma
Gereği
17
Ağustos
2001'de;
yani
onbinlerce
canımızı
alan
depremin
ikinci
yıldönümünde,
ABD
Büyükelçiliği'nin
fakslarına
yurdun
dört
bir
yanından
yüzlerce
fax
geldi.
Faxın
üzerinde;
o
sıralarda
popüler
olan
bir
ABD
filminin
ismine
atfen
sadece
şu
sözler
yazılı
idi :
"We Know What You Did Two Summers Ago" |
Bir
grup
üniversiteli
öğrencinin,
geçen
yaz
işledikleri
ve
üstünü
örttüklerini
zannettikleri
bir
cinayetin,
gizli
bir
el
tarafından
tekrar
önlerine
getirilmesini
konu
alan
"We
Know
What
You
Did
Last
Summer"
filmine
gönderme
yapan
bu
mesajın
kaynağının
neresi
olduğunu
ABD
Büyükelçiliği'nin
bulmaya
çalıştığını
ama
bulamadığını
biliyoruz.
Neticede
karşısına
Türkiye'nin
çeşitli
yerlerindeki
faks
ofisleri
çıktı
ve
bir
kaç
birim
nezdinde
yaptığı
sondaj;
"bilmiyoruz,
bizim
alakamız
yok"
cevabı
ile
karşılaştı.
Bu
küçük
ama
etkili
eylem
tabiki
medyada
yeralmadı;
alması
da
istenmiyordu.
Amaç;
bir
zanlının
yüzüne
hiç
beklenmediği
anda
"senin
suçlu
olduğunu
biliyoruz"
dediği
anda
verdiği
tepkilere
bakarak,
gerçekten
suçlu
olup
olmadığını
test
etmeye
yönelik
bir
psikolojik
test
yapmaktı.
ABD'lilerin
bu
testten
geçip
geçmediklerini
öğrenemedik;
öğrendiğimiz,
eylem
sonrası
yaptıkları
sondajın
CIA
kadrolarından
beklenmeyecek
kadar
amatör
düzeyde
olduğu
idi.
İşte
bu
eylemden
iki;
depremden
ise
dört
sene
sonra;
"Deprem
Dosyası"'nın
kapağının
yeniden
aralandığına
dair
sesler
geliyor.
Birilerinin
önüne
"yazmaları
için"
yeniden
"sarı
zarflar
içinde
kapsamlı
ve
odaklı
literatür
tarama
çalışmaları"
konuyor.
Geçenlerde
bunlardan
bir
tanesi
bizim
de
önümüze
geldi.
Sağolsunlar;
bizi
de
unutmamışlar.
Kendilerine;
dosyada
sundukları
bilgilerin
çoğunun
zaten
bizim
tarafından
üç
sene
önce
yine
benzer
bir
zarf
içinde
ilgili
birimlere
sunulduğunu;
hatta
o
zarfta
bulunmayan
bilgilerin
bizde
olduğunu
söyledik
ve şu
soruyu
sorduk
: "O
gün
bu
dosya
ile
ilgilenmeyip;
daha
doğrusu
ilgilenip
gibi
yapıp
klasör
sektörüne
katkı
yapanların
ne
oldu
da
aklı
başına
geldi?".
Sorumuza
net
bir
cevap
alamadık.
Böyle
bir
durumda;
AÇIK
İSTİHBARAT
olarak
"Deprem
Dosyası"'nı
bir
de
biz
aralayalım
ve
günışığına
çıkmamış
hususları
dikkatinize
sunalım
dedik
.
Konuyu
aşağıdaki
başlıklar
altında
kategorilendirmenin;
17
Ağustos
depremini
bir
"magazin"
ve
"toplumsal
paranoya"
haline
getiren
dezenformatif
güçlerin
elinden
"komplo
teorisi"
silahını
almak
için
yararlı
olacağını
düşünüyoruz.
a)
Bilinmeyenler
-
Veriler
ve
Sorular
b) Bilimsel Gerçekler - Tesla; Magneto Hydro Dynamics ve Tektonik Silah Gerçeği
c) Tetikçisi Belirsiz; Tetiklediği Belirli (17 Ağustosun diğer depremlerle benzerliği)
d) Tektonik Silahın varlığına dair ek kanıtlar
f) AÇIK İSTİHBARAT olarak tezimiz
|
Bunları biliyor muydunuz?
Depremle ilgili o kadar yazıldı, çizildi ve Internet'te bu konu ile ilgili o kadar yazı dolaştı ki;deprem öncesinde, sırasında ve sonrasın da artık bir çok bilgiyi, okuyucuların bir şekilde duyduğunu varsayıyoruz. Aşağıda daha önce gün ışığına çıkmamış; ya da o bilgi karmaşası içinde gözlerden kaçan veya üzerine yeteri kadar odaklanmayan ve en önemlisi önümüzdeki bilmeceyi çözmede kritik olduğunu bildiğimiz bilgileri ve soruları dikkatinize sunuyoruz :
Depremin olduğu gece Gölcük'teki donanma üstünde, devir teslim töreni ile ilgili bir yemek/eğlence vardı. Bu eğlenceyi düzenleyen kuruluşun bütün elektronik sistemleri saat 11:00 civarında bozuldu. Çalışanlar; elektronik sistemleri bozulurken; havai fişekleri kontrol eden mekanizmaların kendiliğinden ateşlendiğini gördüler. Bu; bölgede depremden çok önce ciddi bir elektro manyetik alanın varlığının en büyük kanıtı idi.
Depremler öncesinde, elektromanyetik dalga alanları oluştuğu ve bölgede görülen ışık ve elektrik fenomenlerin "doğal" olduğu tezi ilk başta çok mantıklı gelmektedir. Depremlerden önce elektromanyetik alan oluştuğu tezi doğrudur ama ve çeşitli bilimsel araştırmalar bu tür elektromanyetik stresin deprem öncesi göstergesi olup olamayacağı üzerine yoğunlaşmaktadır.( Örnek : Physical Review; Volume 65, "Guternebrg-Richter type relation for laboratory fracture-induced electromagnetic radiation"). Halkın yanıltıldığı nokta; bu tür bir elektromanyetik stresin, bölgede görülen garip elektrik/ışıma efektlerinin sebebi olduğudur ki, bu tezin arkası bilimsel olarak boştur. Bu tarz bir elektrik ışıma/plazma etkisine neyin neden olabileceğini "Bilimsel Gerçekler" başlıklı bölümde okuyabilirsiniz.
Sözkonusu gecenin organizasyon hizmetlerini sunan şirketin elinde o gecenin videosu bulunuyordu.Bu video; o gece yaşanan gariplikler açısından bir belge niteliğindeydi. Bir gazeteci o videoyu almak için şirkete başvurduğunda şirket ilk başta bunu kabul etti ve ertesi gün videoyu vermek için gazeteci ile sözleşti. Fakat nedense şirket bu kararından vazgeçti ve gazeteci ile yaptığı konuşmayı bile inkar etme noktasına geldi.
Bölgedekiler radyolarının kendiliğinden kanal değiştirmesi gibi fenomenlere depremden saatler önce tanık oldular. Deprem sonrası ise bölge balıkçıları, denizden çektikleri ağlarının yanmış olduğunu tespit ettiler. Depremden önce dikkat çeken bir diğer fenomen; depremden iki gün önce Büyükada semalarında gözüken mavi ışık topuydu.
Donanma üssünün yanında oturanlar; deprem sırasında, gemilerin üzerinde bir elektrik arkının oluştuğunu, yıldırım ışığına benzeyen bu ışığın göğü yarar gibi, "dizel motor" sesi gibi bir ses çıkararak bir süre ilerledikten sonra gemilerin tam üstünde denize doğru büyük bir gürültü ile boşaldığını gördüler.
Bu gözlem; "Bilimsel Gerçekler" başlığı altında geliştirdiği teknolojiden bahsettiğimiz Tesla'nın; atmosfer üzerinden transfer edilen elektrik enerjisinin istenildiği anda herhangi bir noktaya öldürücü bir güçle nasıl indirilebileceğini anlatan ve kanıtlayan çalışmaları biliyorsunuz daha bir anlam kazanır.
Depremden önce; Karl Buckthought isimli bir Kanadalı uzman'ın 10 Temmuz'da Saroz körfezi açıklarında 6 şiddetinde bir deprem yaşanacağı yolundaki tahmini Aktüel dergisinde yeraldı. Bu haber "deprem profesörü" Işıkara'yı, "halkı paniğe sürüklediği" için çok kızdırmış olacak ki; o gün Saroz'a gidip halkla birlikte sabahladı. Buckthought medyada Kanada Toronto Üniversitesi'nden profesör olarak tanıtıldı. Halbuki kendisi bu üniversitede profesör değil, sadece mezunu. "Deprem hezeyanını" başlatan bu isim; depremden hemen sonra ortalığa çıkmaz oldu ve kendisi ile temas kurmayan gazetecilerin hiç bir isteğine cevap vermedi.
o
Aktüel
dergisinde
bu
haberi
yapan
muhabirleri
Buckthought'a
kim
yönlendirdi?
· Deprem öncesinde bölgede bir tatbikat yapılıyordu. Tatbikata; İngilizler ve İsrail'liler de katılıyordu. Tatbikat için bölgeye bu devletlerin denizaltıları da gelmişti.
Kritik sorular şunlar :
Bu denizaltılarla birlikte bölgeye bir MHD jeneratörü sokulma ihtimali nedir? (MHD Jeneratörünün ne olduğunu merak edenler; Bilimsel Temeller başlıklı maddeyi okuyabilirler)
O günlerde "deprem silahı" tezini ortaya koyanlara "komplo teorisi" suçlaması ile deli muamelesi yapılıyor ve "bilimadamı" kisvesi altında isimler teknik olarak böyle bir şeyin mümkün olamayacağı şeklinde ahkam kesiyorlardı. (Benzer bir mantıksal perdeleme; ilk yıllarında cep telefonları teknolojisinin dinlenip dinlenemeyeceği tartışmaları sırasında da yaşandı Bkz. Bilimsel Temeller başlığı) Fakat aynı günlerde; ABD Savunma Bakanı'nın 1997 yılında Georgia Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada bizzat kendi ağzından "tektonik silahların" varlığını kabul ettiği konuşma açık kaynaklardan tespit edilmiş ve ilgili makamlara iletilmişti.
İstedikleri zaman basında her türlü konuyu önplana çıkarabilme yeteneğine sahip bu makamlar; bu bilginin üzerine neden yattı ve medya bu somut kanıtı neden görmezden geldi?
Depremden iki saat sonra bölgeye İsrail'in ordu bağlantılı kurtarma ekipleri geldi. Trakya'daki birliklerin bile bölgeye 24 saat sonra intikal edebildiği düşünülürse; İsrail'li kurtarma ekiplerinin bu kadar hızla bölgeye intikal etmesinin arkasında bilmediğimiz bir ön hazırlık nedeni mi mevcut?
Bu kadar devasa bir depremin sismografi kayıtları ilk günlerde kimseye gösterilmedi. Bu kayıtlar çok sonraları toplumun önüne getirildi. En ufak depremden sonra bile medya malzemesi yapılan bu kayıtların bu kadar uzun süre saklanmasının nedeni neydi?.
"Deprem Profesörü" Işıkara bu kayıtların saklanması konusunda ne rol oynadı?
Depremden hemen sonra Cumhurbaşkanı Demirel, "deprem profesörünü" Kandilli'de ziyaret etti. Demirel ile Işıkara'nın basına kapalı görüşmesinin konusu ile yukarıdaki maddenin bir alakası var mıydı?
Gölcük'teki deprem öncesinde bölgede başka depremler kaydedildiği halde bunlar Rasathane'nin kayıtlarında yeralmıyor. Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün ve TÜBİTAK'ın kaydettiği depremleri Kandilli'nin es geçmesinin bir nedeni var mı?
|
Bilimsel
Gerçekler
Depremin
hemen
sonrasında;
"kontrol
dışı
teorileri"
kontrol
altına
almak
için
bir
"mantık
perdelemesine"
gidildi
ve
tabi
bu
operasyonun
tarafları
bir
yanda
"bilim
adına"
konuşan
"profesörler";
diğer
tarafta
"saçmalayan"
komplo
teorisyenleri
olarak
belirlendi.
Sonuç
belliydi.
Bu
noktada
sizlere
cep
telefonlarının
ilk
çıktığı
dönemlerdeki
tartışmaları
hatırlatırız.
Tansu
Çiller'i
örtülü
ödenek
üzerinden
dolandırdığı
iddia
edilen
Selçuk
Parsadan'ın
yerinin
cep
telefonu
üzerinden
tespit
edilmesinin
ardından
kamuoyunda
"cep
telefonları
dinlenebilir
mi?"
tartışması
yaşanmıştı
ve bu
konuda
"uzmanlar"
panel
üzerine
panel
düzenlemeye
başlamışlardı.
Bu
uzmanlar
arasında
Zeynel
Abidin
Erdem
gibi
Türkiye'de
cep
telefonu
pazarının
öncülerinden
bir
isimde
vardı
ve
kendisi
çıktığı
panellerde
"cep
telefonlarının
asla
dinlenemeyeceği"
yolunda
"garanti"
veriyordu.
Teknolojiden
biraz
anlayan
herkes,
bu
"garanti"nin
ne
kadar
saçma
olduğunun
farkına
varsa
da;
"zıplayan
frekanlars
yüzünden
mümkün
değil"
gibi
olayı
derinlemesine
kavramayan
her
zihne
mantıklı
gelen
açıklamalarla
toplum
bir
süre
uyutuldu.
Bugün
geldiğimiz
noktada;
cep
telefonlarının
dinlenmekle
kalmayıp,
istenildiği
zaman
patlatılabildiğini
bile
biliyoruz
ve en
acısı;
bu
izleme
teknolojisini
yadırgamıyor
ve
kabullenmiş
durumdayız.
Deprem
üzerine
tartışmalar
da;
benzer
bir
seyir
izledi
ama
tabi
olayın
hassasiyeti
nedeniyle;
"deprem
silahı"
teknolojisinin
varlığı
henüz
kamuoyunun
önüne
serilmiş
değil.
Bu
noktada
söz
konusu
teknolojinin
ismini
ve
öncüsünü
ayrıntılı
olarak
koymamız
gerekiyor
:
Magnetohydrodynamics,
Teleforce,
Telegeodynamics
ve
Tesla
bu
doğrultuda
bilmemiz
gereken
başlangıç
kavramları.
1800'li
yılların
sonlarında
yaşayan
Sırp
asıllı
bilim
adamı
Tesla;
"kayıp
bilimin"
dehaları
arasında
sayılır.
Günümüzdeki
elektrik
teknolojisinin
temeli
olan
"dönen
manyetik
alan"ı
keşfeden
Tesla;
elektrik
enerjisinin
iletimi
konusunda
çığır
açtı
ve
kendi
adına
700
patent
kaydettirdi.
Tesla'nın
"ucuz
üretilen
ve
iletilen
elektrik/enerji"
teorilerinin
ve
motorlarının
(yarattığı
bir
türbin,
elde
tutulabilecek
büyüklükteydi
ve 10
beygir
gücü
büyüklüğünde
enerji
üretebiliyordu)
zamanın
yeni
yeni
palazlanan
enerji
baronlarının
pek
hoşuna
gitmediği
ve
Sırp
asıllı
bu
bilimadamının
tarihin
karanlıklarına
itilmesinin
sebebi
arasında
olup
olmadığı
ayrı
bir
tartışma
konusu.
(Tesla'nın
kablosuz
enerji
iletim
projesi;
enerjinin
ücretsiz
ve
kablosuz
olarak
doğal
ortamlardan
üzerinden
iletilmesi
durumunda
para
kazanamayacak
olan
J.P.
Morgan'ın
hoşuna
gitmedi
ve
General
Electric'in
arkasındaki
güç
olan
J.P
Morgan
Tesla'nın
laboratuvarına
sağladığı
finansmanı
kesti)
Tesla'nın
tarih
karşısında
uğradığı
haksızlıklara
bir
örnek
olarak;
radyo'nun
mucidinin
Marconi
olduğunun
zannedilmesini
gösterebiliriz.
Halbuki
patent
kayıtları
Tesla'nın
radyoyu
Marconi'den
daha
önce
keşfettiğini
açıkca
göstermiştir
ve
ABD
Anayasa
Mahkemesi
Tesla'nın
ölümünden
iki
yıl
sonra
aldığı
kararla
bu
gerçeği
yasal
olarak
tescil
etmiştir.
Merak
edenler
bu
dahi
bilimadamı
hakkında
daha
fazla
bilgiyi
çeşitli
kaynaklardan
edinebilirler.
Bu
yazının
içeriği
açısından
bilinmesi
gereken;
Tesla'nın
1890'lı
yıllarda
"teleforce";
enerjinin
kablosuz
olarak
doğal
ortamlar
üzerinden
dünyanın
herhangi
bir
yerine
iletilmesi
ve
"telegeodynamics";
herhangi
bir
uzaklığa
mekanik
enerji
transferi
prensiplerini
deneyleri
ile
gerçekleştirmesi
ve bu
deneylerin
sonuçlarının
bilimsel
dergilerden;
zamanın
New
York
gazetelerinde
kendisi
ile
yapılan
röportajlar
aracılığı
ile
kamuoyuna
duyurulması.
1934
yılında
New
York
gazeteleri
78.
yaşgününde
Tesla'nın;
kilometrelerce
öteden
orduları
ve
uçak
filolarını
bir
enerji
dalgası
ile
yokedebilecek
silahın
temelini
oluşturacak
teknolojiyi
geliştirdiğini
duyuruyorlardı.
Bir
sene
sonra;
Tesla'nın
79.
doğumgününde,
gazeteler
bu
sefer
bilimadamının
dünyanın
katmanları
üzerinden
enerji
iletimi
sorununu
çözdüğünü
ve
bunun
"kontrollu
depremler"
yaratmak
için
askeri
anlamda
kullanılabileceğini
duyuruyordu.
Kısacası;
bizim
medyamızın
1900'lerin
sonlarında
deli
saçması
olarak
nitelediği
teknolojinin
varlığı;
1890'larda
keşfedilmiş
1900''lerin
başında
ABD
Basınında
yer
almaya
başlamıştı
bile.
Tesla;
bilimsel
kişiliği,
buluşları
ve
enerji/elektrik
teorisi
ile
tarihin
sayfalarından
silindi.
Ta
ki;
birileri
bu
teknolojinin
aktif
olarak
kullanımında
bir
artış
olduğunu
keşfedene
kadar.
Tesla'nın
prensipleri
üzerine
geliştirilen
bir
diğer
dal
ise
Magneto
Hydro
Dynamics
(MHD.
Bu
dal;
"iletken
bir
sıvı
ile
manyetik
alanın"
etkileşiminin
incelenmesi
olarak
özetlenebilir.
MHD'nin
en
büyük
avantajı;
mekanik
parçalar
olmadan
verimli
enerji
sağlaması
ve bu
sıvı
bir
doğal
yakıt
ile
ısıtılıp
plasma
haline
dönüştürüldüğünde
oluşturulan
enerji
ise,
normal
santrallerden
elde
edilenden
çok
daha
verimli
hale
geliyor.
Örnek
olarak;
1000
Megawatt'lık
bir
MHD
jeneratörü
42.000
pound
ağırlığında
olabiliyor
ki;
bu
rahatça
hava
taşıtları
ile
kaldırılabilir
bir
büyüklük.
Günümüzde
bu
prensibi
kullanarak
enerji
üreten
jeneratörlere
yönelik
araştırmalar
yapılmakta
olup;
bu
araştırmalardan
bir
tanesinin
başlığı
aynen
şöyle
:
"MHD
Jeneratörlerin
Yarattığı
Elektromanyetik
Etki
Sonucu
Oluşan
Sismik
Faaliyetler"
Araştırmanın
katılımcıları;
Moskova
Yüksek
Yoğunluklu
Enerji
Araştırma
Merkezi
NPO
Soyuz
Dzerzhinsky,
Moscow
Shizuoka
Institute
of
Science
and
Technology;
Fukuoaka/
Japonya
Textron
Systems
/ ABD
University
of
Tsukuba
/
Mühendislik
Mekanikleri
ve
Sistemleri
Enstitüsü
Araştırma;
MHD
jeneratörlerin
yarattığı
elektromanyetik
darbenin
yarattığı
deprem
dalgasının
incelenmesini
ve bu
dalganın;
küçük
depremler
yaratarak
büyük
depremleri
önleme
yolunda
kullanılıp
kullanılmayacağını
incelemeyi
hedefliyor.
Araştırmanın;
ön
sonuçları
MHD
jeneratörünün
çalıştırılmasından
2-7
gün
sonraki
aralıkta
yerel
depremlerde
ciddi
bir
artış
gözlemlendiği
yönünde.
Elimizde bir başka araştırmanın metni; Gürcistan Bilim Akademisi'ne ait. Akademide; Tamaz Chelidze başkanlığında yapılan ve ilk periyodik raporu 2001 Mayısında sunulan proje hayli teknik ayrıntılara girerek; fay hattına sahip kayalar üzerinde etkilli deneysel ekipmanların nasıl yapıldığından, "Electromanyetik Depremlerin Laboratuvar Modellemesi" gibi başlıklara kadar bir çok ilginç alt başlığa sahip.
Sizlere
sadece
özetleyebildiğimiz
bir
kaç
bilimsel
kavram,
bir
bilimadamı
ve
çeşitli
araştırmaların
açıkça
ortaya
koyduğu
gerçek;
dünyada
tektonik
ve
elektromanyetik
silah
teknolojisinin
en az
yüzyıl
öncesinden
konuşulmaya
başlandığı
ve
Gürcistan
dahil
bir
çok
ülkenin
bu
teknoloji
üzerinde
çalışmalar
yapmaya
başladığı.
Böyle
bir
ortamda;
"deprem
silahı"
kavramını
saçmalık
olarak
ilan
eden
bilimadamlarının
literatür
olarak
neyi
takip
ettiklerini;
etseler
bile
anlayıp
anlamadıklarını;
anlasalar
bile
doğruları
konuşma
cesaretine
sahip
olamadıklarını
ciddi
anlamda
sorgulamamız
gerekiyor.
|
Tetikleyicileri Belirsiz ama Tetikledikleri Belli Depremler
7
Nisan
2001'de
ABD'de
yayın
yapan
bir
radyo
programının
konuğu
"Yer
Küre
Değişiklikleri"
isimli
kitabın
yazarı
Alfred
Webre
idi.
Programın
konusu
ise;
"Doğa
silahları
ve 28
Temmuz
1976
Çin
ve 17
Ağustos
1999
Türkiye
depremleri
gibi
elektromanyetik
olarak
tetiklenmiş(kaza
ile
veya
kasten)
depremler"
idi.
Gölcük'te
yaşadığımız
felaketin
tetikleyici
unsurunu
bulmak
bir
yana;
bu
depremin
diğer
bazı
depremlerle
benzerliği,
olasılıkla
açıklanamayacak
kadar
ilginç
özellikler
arzediyor.
İlginç
olan;
Gölcük
depremi
ile
benzerlik
gösteren
bütün
depremlerin
kendilerini
tetikleyen
kesin
olarak
bilinmese
de;
bu
depremlerin
kendilerinin
başka
jeopolitik
süreçleri
tetikledikleri.
Tezimizi
daha
net
ortaya
koyabilmek
için
adım
adım
ilerleyelim.
1995
Kobe
Depremi,
Öncesi
ve
Sonrasının
Düşündürdükleri
:
1990'lı yılların başında; Japonya'da ciddi bir siyasi güce sahip ve 1995 Tokyo kimyasal gaz saldırısının faili olduğu iddia edilen Aum Tarikatı'ndan bir ekip; Tesla teknolojisini incelemek için Belgrad'ı ziyaret etti
1990'ların başında; sınırlarındaki adalar sorunu nedeni ile teknik olarak halen "savaşta" olan Rusya ile Japonya arasında barış rüzgarları esmeye başladı ve Aum Tarikatı lideri, eski Sovyet Başkanı Gorbaçov ve KGB şefi arasında Moskova'da bir görüşme gerçekleşti. İddialara göre; toplantıda Sovyetlerin elindeki "tektonik silah teknolojisine"" karşılık Japonların elindeki "süper bilgisayar teknolojisi"nin değiş tokuşu görüşüldü.
Bu görüşmenin hemen sonrasında; Moskova'da Rus-Japon Üniversitesi kuruldu ve Aum tarikatının yönettiği bu üniversitede Rus ve Japon fizikçiler çalışmaya başladı
1993 yılının başında; Aum tarikatı liderinin yardımcılarından biri Avustralya'ya gitmeden önce Rusya'ya uğradı. Daha sonra Avustralya'ya geçen başkan yardımcısı; Batı Avustralya'da Banjawarn bölgesinde 200.000 (ikiyüz bin) hektarlık devasa bir koyun çiftliği aldı. Bir iddia Aum tarikatının bu çiftlikte sarin gazını denediği yolundaydı.
28 Mayıs 1993 tarihinde merkezi Banjawarn'deki koyun çiftliğine çok yakın olan 3.7 şiddetinde bir deprem meydana geldi. İşin ilginci; bu deprem Avustralya'nın o bölgesinin tarihinde kaydedilen tek depremdi.
Görgü tanıkları; deprem öncesinde, gökyüzünde bir ışık çizgisinin/topunun ilerlediğini ve daha sonra yere doğru mavi bir şimşek olarak çakmasına müteakip depremin meydana geldiğini belirttiler. Patlamanın olduğu bölgenin üzerinde daha sonra; turuncu yarımküre şeklinde bir ışıma belirdi.Yarımküre şeklinde bu ışık havada iki saat asılı kaldı ve daha sonra; tanıkların ifadelerine göre "birinin düğmeyi kapaması gibi", ortadan kayboluverdi.
8 Ocak 1995'te; Aum tarikatının lideri Asahara; radyoda yayınlanan bir röportajda aynen şöyle dedi : "Japonya 1995 yılında bir deprem saldırısına maruz kalacak. Büyük ihtimalle hedef Kobe olacak" dedi.
17 Ocak 1995'te; yani Aum liderinin uyarısından tam 9 gün sonra Kobe'yi yerle bir eden deprem meydana geldi.
7 Nisan 1995'te; Aum tarikatının Bilim ve Teknoloji "Bakanı" Hideo Murai Yabancı Muhabirler Kulübü'nde düzenlediği basın toplantısında sorulan sorulara cevap verirken aynen şöyle dedi : "Bu depremin elektromanyetik güç yoluyla tetiklendiğine yönelik güçlü bir olasılık mevcut ya da birileri yerkabuğu üzerine böyle bir gücü uygulayan cihaz kullanmış olabilir"
1995 Kobe depremi sonrasında Tokyo borsasının çöküşü ile başlayan ve Asya'da Barings bankasının çöküşü ile devam eden finans depremi Japonya'yı uzun yıllar içinden çıkamayacağı bir ekonomik krizin içine soktu.
Aum tarikatına yüklenen Tokyo sarin gazı saldırısı sonrasında Rusya ile yakınlaşmaları başlatan hükümet istifa etmek zorunda kaldı ve tarihin makro seyri içerisinde kurulmaya çalışılan Rusya - Japonya - Almanya ekseni (Kobe'nin sanayi kalkınması ve inşa ettiği yeni devasa liman Alman finansmanı ile mümkün olmuştu) fay hattı ile birlikte kırıldı. Japonya 1990'ların sonlarına doğru yaklaşılırken; ABD'nin uzaydan sağlayacağını söylediği "güvenlik şemsiyesi" altına girmeye ve ABD'nin koalisyon ortaklığı için daha uyumlu bir müttefik haline gelmişti.
Yukarıda
temel
hatları
ile
vermeye
çalıştığımız
olaylar
dizisi
Kobe
depremini
öncesi
ve
sonrası
ile
ele
almaktadır.
1988
Ermenistan
Depremi
ve
düşündürdükleri
Buna
benzer
bir
tezi
1988
yılı
7
Aralıkta
Ermenistan'ın
Spitak
şehrinde
meydana
gelen
deprem
için
de
ortaya
koyabiliriz.
Bu
depremi
incelediğimizde
bazı
çarpıcı
benzerlikler
ile
karşı
karşıya
olduğumuzu
görürüz
:
Ermenistan'daki depremden hemen önce, 6 Aralığı 7 Aralığa bağlayan gece Ukrayna'nın Lvov kentinden Ermenistan'ın başkenti Erivan'a ; Sovyetlerin özel kuvvetlerinden 400 kişilik özel bir tim getirildi. Stratejik noktaları korumakla görevli bu tim; 7 Aralıkta depremin gerçekleşmesinden tam 45 dakika sonra Spitak'daydı ve hassas bölgeleri ve devlet binalarını korumaya aldılar.
Ermeniler; özel kuvvet askerlerine ne zaman intikal ettiklerini sorduklarında şu cevabı aldılar : "Depremden bir gün önce Erivan'dayken bize yarın Spitak'a geçeceğimiz söylendi"
Deprem bölgesine iki saat önce ulaşan özel İsrail ekibine; Gölcük'e gidecekleri ne zaman söylenmişti acaba?
Diğer bir ilginç benzerlik; sismograf kayıtları ile ilgili idi. Depremden bir saat sonra; güvenlik görevlileri ilgili merkezlerden sismograf kayıtlarını topladılar ve Ermeni Televizyonu; "bütün sismograf kayıtlarının depremin şiddeti ile paramparça olduğunu" duyurdu.
Türk kamuoyuna böyle bir yalan söylenme bile gereği duyulmadı. "Deprem dede" bu anlamda görevini fazlası ile yaptı.
Ermenistan depreminde de; aynen Gölcük'teki gibi tek değil; iki ayrı sarsıntı yaşandı. Gölcük depremini yaşayanlar; birinci sarsıntının sona erdikten sonra ikinci ve daha şiddetli bir sarsıntının gerçekleştiğini gördüler.
Deprem sırasında Erivan'dan bile duyulan güçlü bir patlama sesi geldi. Normal depremlerde bu tür patlama sesi olmaz. Türkiye'de de Marmara'nın öte yakasından duyulan bu patlama sesi neyin sesiydi?
Depremden bir yıl sonra; Moskova'daki Komunist Parti kongresinde, bayan Ermeni delege Ludmila Harotunyan ile zamanın savunma bakanı Marshhal Yazov arasında şu konuşma geçti :
Ermeni Delege : Sayın Yazov; Ermenistan depreminde felaket alanına ne zaman geldiniz; PATLAMADAN önce mi, sonra mı?
Başta da belirttiğimiz gibi büyük çözülme süreçlerinin işaretidir; büyük felaketler. Ermenistan depremi; Ukrayna'daki Çernobil faciasından sonra Sovyet sisteminin çözülüşünün ikinci işaret fişeği idi. Sovyetlerin çözülüşü bazıları için kontrollü bir operasyondu. Fakat; Stalin zamanında topraklarını kaybettiklerini iddia eden Ermenilerin başlattığı Karabağ hareketi, Sovyetlere karşı kontrol dışı bir ayaklanmaya dönüşmek üzereydi ve Ermeni depremi bu hareketi kökünden etkisiz hale getirerek; Sovyet çözülme sürecini yeniden rayına oturttu.
Papua
Yeni
Gine'deki
Tisunami'den
ilginç
bir
ayrıntı
17
Temmuz
1998'de
Papua
Yeni
Gine'de
gerçekleşen
ve
onbinlerin
ölümü
ile
sonuçlanan
Tsunami
felaketinden
kurtulanlar;
üzerlerine
gelen
denizin
ve
üzerindeki
havanın
"alevler"
içinde
olduğunu
söylediler.
Tsunami
ile
"ateş"'in
görüldüğü
ilk
defa
olmaktadır
ve
felaket
sonrasında
yanmış
cesetlerin
varlığı,
"kayalara
sürterek
yandılar"
gibi
garip
açıklamalarla
geçiştirilmeye
çalışılmıştır.
Balıkçılarımızın
ağlarının
yanması
ile
ciddi
benzerlikler
gösteren
bu
yanma
olayına
bilim
adamları
hiç
bir
mantıklı
açıklama
getiremediler.
|
Deprem
Silahı
Teknolojisine
Dair
Ek
Kanıtlar
Deprem
sonrası
yaşanan
tartışmalarda;
depremin
doğal
olmayan
sebeplerden
olabileceğini
söyleyen
herkes
"komplo
teorisi"
çamuru
ile
bulandı
ve
medya
bu
kişileri
bir
grup
kaçkın
olarak
göstermeyi
başardı.
Bu
konularda
Aydoğan
Vatandaş
gibi
bir
kaç
yazar
dışında
kalem
oynatıp,
fikir
yürüten
olmadı
ve
konu
"kontrolsuz
teorileri"
saha
dışına
çıkarmaya
yarayan
"komplo
teorisi"
silahı
ile
bertaraf
edildi.
O
günlerde
"deprem
silahı"
ve
"tektonik
silah"
gibi
kavramlara
gülünüyordu.
Halbuki
depremden
hemen
sonra,
ABD
Savunma
Bakanı
Cohen'in
1997
Nisan
ayında;
ABD'nin
Georgia
Üniversitesi'nde
"Terörizm,
Kitlesel
İmha
Silahları
ve
ABD
Stratejisi"
başlıklı
konferansta
yaptığı
açış
konuşması
çok
açık
olarak
deprem
silahı
gerçeğini
itiraf
ediyordu.
(Bkz.
Raporun
girişinde
Cohen'in
konuşmasından
yapılan
alıntı)
Resmi
yetkililerin
de
bilgisine
sunulan
bu
açık
kanıt
tozlu
raflara
konuldu
ve
"deprem
silahından"
sözedenleri
komplocu
olmakla
suçlayan
basın
nedense
ABD
Savunma
Bakanı'nın
ağzından
yapılan
bu
resmi
itirafı
hiç
görmedi.
Günümüze
geldiğinizde;
yukarıda
"Bilimsel
Gerçekler"
başlığı
altında
açıkladığımız
bilimsel
temellerin
ve
gerçeklerin
ötesinde
tektonik
silahların
varlığını
kanıtlayan
bir
çok
örneğe
sahibiz.
İşte
birkaçı
:
Rusya'daki Moscow News gazetesi 1996 Aralık ayından yayınladığı bir haberde; Rusya'nın tektonik silah geliştirmek yolunda bir araştırma programı yürüttüğünü ve "Mercury" ve "Volcano" başlıklı bu programların 1987 yılında başlayıp, 1992 yılında sonlandırıldığını yazdı
ABD Kongresi'ne sunulan H.R. 2977 numaralı 107. yasa taslağı şunu öngörmektedir :
Uzayın işbirlikçi ve barışçıl amaçlarla kullanılması ve ABD'nin uzaya silah platformları yerleştirilmesinin önlenmesi ve aşağıdaki silah sistemlerinin yasaklanmasına yönelik harekete geçmesi
Elektronik, psychotronic veya bilgi silahları
Kimyasal iz bırakan silahlar (chemtrails)
Yüksek irtifa çok düşük frekans silahları
Plazma, elektromanyetik, sonik veya ultrasonik silahlar
Lazer silah sistemleri
Kimyasal, biolojik, çevresel, iklimsel ve tektonik silahlar
(Hiç duymadığınız silah sistemlerini duymak için güzel bir liste)
International Science and Technology Center (ISTC)'ın 1545 nolu projesinin başlığı ve açıklaması
Başlık : Güçlü Elektromanyetik Dalgaların Etkisi ile Uzaydan Sismik Değişim Yaratma
Açıklama : MHD jeneratörlerinin (MHD jeneratörü ile neyi kastettiğimizi anlamak için "Bilimsel Gerçekler" başlıklı bölüme bakınız) silah olarak kullanılma olasılığı sonsuzdur. Etkilli bir MHD savunması kurulduğu takdirde ve sadece atmosferin gücünü kullanarak; 8-10 tane Tesla Coil'i (Yay) ve mıknatıslar aracılığı ile çok güçlü elektrik alanları yaratmak mümkündür.
Yukarıdaki
bilgileri
"Shell
20"
ismi
verilen
ve
aynı
bilimsel
prensipler
kullanılarak;
havada
uçan
herhangi
bir
aracın
(füze;uçak)
içinde
geçtiği
takdirde
düşmesine
yolaçacak
"elektromanyetik
zırh"
teknolojisi
ile
birleştirdiğinizde;
bir
ülkede
yabancı
güçlere
"üs"
vermenin
düşündüğümüz
çok
ötesinde
bir
tehdit
içerdiğini
söylememize
gerek
var
mı
bilmiyoruz.
İçindeki
özel
kuvvet
askerleri
ile
birlikte
uçan
Casa
uçağının
bilinmeyen
bir
sebeple
birden
yere
çakıldığı
bölgede
bir
NATO
üssü
bulunduğunu;
duymayacağını,
duysada
hareket
edecek
cesareti
kendinde
bulamayacağını
bildiğimiz
kulaklara
hatırlatmanın
tam
zamanı.
|
AÇIK
İSTİHBARAT
olarak
tezimiz
Elimizdeki
konunun
hassasiyeti;
herhangi
bir
analiz
konusunun
ötesinde
bizleri
tezimizi
en
doğru
ve
sağlıklı
şekilde
dile
getirmeye
zorluyor.
AÇIK
İSTİHBARAT
olarak
biliyoruz
ki;
1)
Tektonik
silah
teknolojisi
en az
100
yıldan
beri
vardır
ve bu
teknoloji
bir
silah
olarak
belli
başlı
büyük
devletlerin
elinde
bulunmaktadır.
2)
Türk
Devleti;
aslında
NATO
çalışmaları
kapsamında
bu
teknoloji
ile
1970'li
yılların
başından
itibaren
çalışmıştır.
FEYDAMİK
isimli
Adana'da
başlayıp;
Marmara'ya
taşınan
bir
projede
çalışan
Türk
mühendisler
bu
teknoloji
ucundan
da
olsa
görme
imkanı
bulmuşlardır.
3)
Türk
Devleti;
bu
teknolojinin
ve
silahının
varlığına
dair
gerekli
somut
bilgilere
ve
dolayısı
ile
17
Ağustos
depreminde
inandırıcı
olasılıklardan
birinin
"tektonik
silah"
teknolojisi
olduğunu
bilecek
birikime
sahiptir.
Sorun;
bilgi
eksikliği
değil;
böyle
bir
olasılığı;
doğru
ya da
yanlış,
araştırıp
sonlandıracak
cesaret,
misyon
ve
vizyon
eksikliğidir.
4)
Depremin
öncesi
ve
sonrasına
dair
bütün
bilgiler
bilinçli
bir
kampanya
ile
kamuoyundan
saklanmış
ve
kamuoyu
depremin
hezeyan
boyutunda
tutularak;
deprem
fenomeninin
bugüne
kadar
toplum
üzerinde
bir
psikolojik
silah
olarak
kullanılmasının
da
önü
açılmıştır.
((Deprem
sırasında
Gölcük
tersanesindeki
gerçek
hasarın
ne
olduğunun
saklanması
gibi
devlet
sırrı
kapsamındaki
bilgilerin
ifşa
edilmesi
gerektiğini
savunmuyoruz.
Savunduğumuz;
bu
konunun
olası
sebeplerine
dair
bütün
boyutların
ortaya
dökülmesi
Türk
devletinin
seyirciliğinde,
medya
tarafından
başarı
ile
engellenmiştir)
AÇIK
İSTİHBARAT
olarak
elimizdeki
bulgulara
ve
bilgilere
dayanarak
iddia
ediyoruz
ki;
a)
17
Ağustosta
Gölcük'te
yaşanan
deprem
felaketinin
doğal
olmayan
yollardan
olma
ihtimali;
doğal
yollardan
olma
ihtimali
kadar
fazladır
ve
sonuna
kadar
"milli
güvenlik"
meselesi
olarak
takip
edilmesi
gereken
bir
konudur.
Bu
inceleme
yapılmadığı
gibi
"vatana
ihanet"
boyutunda
bir
aymazlıkla
konu
örtbas
edilmiştir.
b)
Deprem
sırasında
bölgede
"uluslararası
bir
deniz
tatbikatı"
gerçekleşiyor
olması;
bu
tatbikata
katılan
İsrail,
İngiltere
ve
ABD
gibi
güçlerin
hepsinin
elinde
bu
teknolojinin
şu
veya
bu
boyutunun
olduğunun
bilinmesi
yukarıda
belirttiğimiz
inceleme
gereğini
daha
da
arttırmaktadır.
c)
Deprem
sonrasında;
Türkiye'nin
ekonomik
ve
sosyal
olarak
girdiği
ve
bir
türlü
içinden
çıkamadığı
istikrarsızlık
girdabı;
dünyadaki
diğer
depremlerin
jeo-politik
analizleri
ile
gösterdiği
benzerlik
dikkate
alındığında;
17
Ağustos
depreminin
Türkiye'ye
yönelik
küresel
operasyonun
işaret
fişeği
olması
ciddi
bir
olasılıktır.
Deprem
sonrasında;
bölgede
yaşanan
sosyal
çözülmeden,
bölgenin
misyonerlik
faaliyetleri
için
giriş
kapısı
haline
gelmesi,
ekonomik
krizlerin
deprem
sonrasındaki
süreçlerle
bağlantıları
ve
istihbarat
örgütlerinin
bölgede
gerçekleştirdikleri
yapılanma
bu
tespitler
ışığında
yeniden
değerlendirilmelidir.
KISACASI;
17
Ağustos'ta
Gölcük'te
gerçekleştirilen
teknolojik
bir
deneyin;
kasten
veya
bilinçli
olarak
kontrol
dışına
çıkarak;
Türkiye'nin
halen
yaşamakta
olduğu
istikrarsızlık
girdabının
fitilini
ateşleyecek;
fiziki,
sosyal
ve
siyasi
bir
çöküşü
hızlandırmış
olması
ihtimali
ciddi
bir
olasılıktır
ve
sadece
yaşayan
değil;
kaybettiğimiz
onbinlerce
vatandaşımızın
bu
olasılığın
ciddi
bir
incelemeye
tabi
tutulmasını
istemesi
en
doğal
vatandaşlık
hakkıdır.
Depremin
dördüncü
yıldönümünde;
bu
ülkenin
vatansever
kadrolarının
ve
kamuoyunun
dikkatine
sunulur.
AÇIK İSTİHBARAT
[1] 17 Ağustos’ta enkazın altında önce seslerine, sonra cesetlerine ulaştığımız iki kardeş; Eda ve Hümeyra’nın şahsında depremde kaybettiklerimize ithaf olunur.